Anne ve Çocuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anne ve Çocuk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Eylül 2010 Çarşamba

Bebeğin ilk adımlarına göre ayakkabı seçimi

Bebeğin ilk adımları için, doğru ayakkabı nasıl seçilmeli?

Kızınız ilk adımlarını attı. Ne tip ayakkabılar seçmeniz gerektiğini biliyor musunuz?

Yeni yürüyen bebek için en iyisi hiç ayakkabı giymemektir. Doktorlar eller gibi, ayakların da en iyi gelişiminin çıplakken olduğunu söylerler. Çıplak ayakla yürümek ayağın şeklinin ve kuvvetli eklemlerin oluşumunu kolaylaştırır. Hava sıcak olduğunda ev içinde bebeğinize ayakkabı giydirmeyin. Hatta yerler güvenli ise bahçede de. Özellikle kumda çıplak ayak yürümesi, onun için güzel bir egzersizdir.

Ancak güvenlik ve sağlık açısından ve elbette görünüşü için de bebeğinizin çoğu zaman bir çift ayakkabıya ihtiyacı olacaktır. Sanki ayağında ayakkabı yokmuşçasına rahat olabilmesi için ayakkabı seçerken aşağıdaki noktalara dikkat edin:

Esnek tabanlar: Kolay esnemeyen ayakkabılar, ayağın doğal hareketleri ile çelişecektir. Birçok doktor ilk adımlarda lastik ayakkabı önerirken, bazıları da klasik ilk adım ayakkabılarını öneriyorlar. Ayakkabı seçerken doktorunuza danışın ve almadan önce test edin.

Düşük bileklik: Yüksek bileklikli ayakkabılar almayın, muhtemelen anneniz size bu tip ayakkabılar almıştır. Bu tip ayakkabılar daha stabil olmalarına karşın, birçok doktor bunların eklem hareketleri ile çeliştiğini savunmaktadır. Henüz yürüyemeyen bir bebeğe, destek olsun diye kesinlikle yüksek bileklikli ayakkabı alınmamalıdır.

Delikli ve esnek üstü olan ayakkabılar: Sağlıklı olmak için, ayakların egzersiz ve hava almaya ihtiyacı vardır. En iyi egzersiz ve havalanmayı deri, bez ve kanvas ayakkabılar sağlar. Plastik ayakkabılar havalanmayı azaltır ve çok terlemeye sebep olur. Üzerinde geniş bantları olan koşu ayakkabılarından da kaçının çünkü bunlar da fazla terlemeye sebep olur. Eğer yağmurlu havalar için lastik bot almak zorunda kalıyorsanız, bunları sadece kötü havalarda kullanın ve evde çıkartın.

Düz tabanlı, topuksuz ayakkabılar: Yeni yürüyen bebekler denge sağlamakta zorlanırlar. Lastik ya da benzer tabanlar kaymayı engeller. Ya da kösele tabanın düz değil de, girintili çıkıntılı olması da kaymayı azaltır. Eğer uygun ayakkabıların tabanı çok kaygan ise tabanını zımparalayın veya birkaç yapışkan bant kullanın

26 Ağustos 2010 Perşembe

Çocuklara Beslenmeyi Sevdirin



Çocuklarının iştahsızlığından yakınan bir çok anne vardır. Bunların bir kısmı boş kuruntudur. Ancak bir kısmı da doğrudur. Bu durumda yapılacaklar şunlardır;

Çocuğa beslenmenin önemini anlatın
Beslenmeyi ona sevdirin
Yemekleri çekici hale getirin
Zorla yedirmeyin, ısrar etmeyin
Sevdiği yemklerle birlikte sevmediklerine de alıştırın
Yemekten önce içecek tüketmemesini sağlayın
Tükettiği besinleri çeşitlendirin
Yemek saatlerini iyi ayarlayın
porsiyonları iyi ayarlayın

19 Ağustos 2010 Perşembe

Sezaryen Emzirme Süresini Etkilemiyor



Türkiye’de son yıllarda iyice yoğunlaşan sezaryen doğumun, emzirme süresini etkilemediği bildirildi.


BBC’nin yayınladığı habere göre, sezaryen doğumun emzirme süresini etkilemediği belirlendi. İki bin anne üzerinde gerçekleştirilen bir araştırma, annelerin emzirme süresini belirleyen asıl etmenlerin, etnik köken ve önceki doğumların sayısı olduğu ortaya çıktı.


BMC Pediatrics adlı uzmanlaşmış yayına göre, araştırma sezaryen doğumun ağrı kesici kullanımına bağlı olarak emzirmeyi aksatabileceği iddialarına karşı olarak, gerçekte emzirme süresine dikkate değer bir etki etmediğini gösterdi.


Bu arada, beyaz annelerin yüzde yetmişi, diğer etnik kökenlilere göre daha erken emzirmeyi bırakıyor.


En uzun süre emziren anneler Afrika kökenli ve Hintliler olurken, bunları Pakistanlı anneler takip ediyor.


Çok çocuğu olanlar daha çok emziriyor

Araştırmada, ayrıca üçüncü ve dördüncü bebeğini doğuran kadınların ilkini doğuranlara kıyasla daha uzun süre bebeklerini anne sütü ile besledikleri sonucuna ulaşıldı.


Haberde, araştırmacıların bebeklerin anne sütü ile beslenme oranının yüksek ve sevindirici olduğunu belirttikleri not ediliyor.

Bu arada, İngiltere Sağlık Dairesi, ilk 6 ay bebeğin yalnızca anne sütü ile beslenmesinin önemini vurguluyor.


Kaynak: iVillage Türkiye

Bebeğin Görme Gelişimi Hamilelik Sırasında Başlıyor



Bebeğin görme gelişimi hamilelik sırasında başlıyor. Dolayısıyla kendi vücudunuzun bakımına hamilelik sırasında verdiğiniz önem, bebeğinizin göz ve beyindeki görme merkezleri dahil olmak üzere tüm bedensel ve zihinsel gelişimi için çok önemli.

Kadın hastalıkları ve doğum uzmanınızın gebelik esnasındaki beslenme ve destek ilaçlar ile nasıl dinlenmeniz gerektiği talimatlarını doğru bir şekilde uyguladığınızdan emin olmalısınız. Gebelik sırasında sigara ve alkol kullanımından kaçının. Bu maddelerin toksinleri ciddi görme sorunları dahil bebeğiniz için birçok başka problemlere neden olabilir.

Sigara dumanı potansiyel olarak insana zarar verebilecek yaklaşık 3.000 farklı kimyasal ve özellikle karbon monoksit olarak bilinen ölümcül bir toksin içerdiği için özellikle gebelik sırasında çok zararlıdır.

Hatta normal şartlarda sık kullanılan aspirin gibi ilaçlar bile hamilelikte risklidir. Zira doğum esnasında düşük doğum ağırlıklı bebeklere ve başka birçok probleme neden olabilir. Düşük doğum ağırlığı bebeklerde görme problemleri riskini artırmaktadır. Gebelikte annenin geçirdiği kızamıkçık gözlerde hasarlara yol açmaktadır.

Doğum Sonrasında Görme Gelişimi

Doğumdan kısa bir süre sonra, doğum ve çocuk doktorları bebeğinizin gözlerini doğuştan katarakt veya diğer ciddi yeni doğan göz sorunları açısından kısaca incelerler. Her ne kadar bu tür göz problemleri nadirse de bunların erken tespiti ve tedavileri çocuğun görme gelişiminin düzgün tamamlanabilmesi için önemlidir.

Bebek doğar doğmaz, antibiyotikli bir göz merhemi genellikle yeni doğanın gözlerine doğum kanalından bulaşabilecek bir bakteri enfeksiyonunu önlemek için uygulanır.

Doğumdan hemen sonra, bebeğiniz sadece siyah beyaz ve gri tonlarında görür. Görmeyi kontrol eden retina ve beyindeki sinir hücreleri tam olarak gelişmemiştir. Ayrıca yenidoğan bir bebeğin gözleri yakın nesneler üzerine baktığında odaklama yeteneğine sahip değildir. Bu nedenle yakına baktığında, özellikle sizin yüzünüze odaklanmıyormuş gibi hissederseniz sakın endişelenmeyin. Bu durum sadece zaman alır ve düzelir.

Bu görsel eksikliğe rağmen, araştırmalar doğumdan birkaç gün içinde bebeklerin annelerinin yüzlerine bir yabancıya bakarmış gibi baktıklarını göstermektedir. Araştırmacılar bebeğin annenin yüzündeki yüksek kontrast hatlarını (yani saç ve yüzün birleştiği sınırlar gibi) tercih ederek baktıklarına inanmaktadırlar. Bu çalışmalar, eğer annenin başına bone veya eşarp gibi sınırları maskeleyici başlıklar takılırsa, bebeğin annenin yüzüne bakma tercihinin ortadan kalktığını göstermektedir.

Bu yüzden yeni doğan çocuğun görsel etkileşimi teşvik etmek için saç stilinizi aynı tutun ve görünümünüzü değiştirmekten kaçının.

Yenidoğan bebeğinizde fark edeceğiniz en önemli şey gözlerinin ne kadar büyük olduğudur. Bunun nedeni bebeğin gelişiminin başından aşağı doğru olmasıdır. Doğumda, bebeğin gözleri zaten erişkindekinin yüzde 65’i boyutundadır.

Kaynak: www.anneyiz.biz

Bebekler Yanlış Besleniyor



Her yıl ortalama 1 milyon 300 bin bebeğin doğduğu Türkiye’de, bebeklerin yanlış beslenmesine bağlı demir eksikliği ve bunun sonucunda da zihin ve gelişme geriliği gibi ciddi sonuçlar görülüyor.


0-12 bebek beslenmesinde yaygın biçimde kullanılan inek sütü, Türkiye’de her 2 bebekten 1’inde görülen demir eksiliğinin başlıca sorumlusu. Dünya geneliyle karşılaştırıldığında bebeklerde demir eksikliği görülen ülkelerin başında gelen Türkiye’de, buna bağlı ‘zihinsel ve fiziksel gelişim geriliği’ yaşanıyor.


10 aylık 2 bebekten 1’i inek sütü içiyor.

Türkiye’de anne sütünün yeterli olmadığı noktalarda bebeğe inek sütü verme yaygın bir alışkanlık. Araştırmaya göre; Türkiye’de 0-3 ay döneminde bebeklerin inek sütü ile beslenmesi %2.2 düzeyindeyken; 10-12 ay arasında bu oran %47’ye ulaşıyor. Kısaca; Türk bebekleri anne sütünden inek sütüne dünyaya oranla daha erken geçiyor.


Bebeklerin her gün 500 ml. anne sütü ya da formül süte ihtiyacı var!

Dünya Sağlık Örgütü (WHO); ek gıdalara başlansa bile bebeklerin her gün 500 ml. anne sütüne ihtiyaç duyduğunu açıklıyor. Sağlık otoriteleri, anne sütünün olmadığı ya da yetersiz olduğu durumlarda ise bu eksikliği kapatabilmek için bebeğin ihtiyacına uygun olarak hazırlanmış formül sütlerinin bebek beslenmesi için en ideal seçim olduğunu vurguluyor.


Türk bebeklerinin ek gıdaya başlama yaşı çok düşük!

Tüm dünyada bilim adamları bebeklerin ilk 6 ayında sadece anne sütü ile beslenmesi görüşünü benimsiyor. Türkiye’ye bakıldığında ise; 2-3 aylık bebeklerin %28’si anne sütü ile birlikte su aldığı görülüyor. 4-5 aylık bebeklerin yüzde %9,5’i ve 6-8 aylık bebeklerin %20’si ise anne sütü almıyor.

Şampaunlar Bebeğinizin Cildine Uygun mu?



Yenidoğan bebek banyosu konusunda, bebek cilt bakımı ürünleri pazarında lider konumda olan Johnson & Johnson firmasının görüşleri:

Johnson’s baby Ürün Müdürü Deniz Gürler, yaz mevsiminin gelmesi ve havaların ısınmasıyla birlikte annelerin bebeklerine daha sık banyo yaptırdıklarını belirtiyor ve ekliyor: “Banyo yaptırmak bebeklerin sağlıklı gelişimi için önemli olduğu kadar anneyle bebek arasındaki eşsiz bağın kurulması için de oldukça faydalı bir yöntem. Ancak özellikle yenidoğan bebekler söz konusu olduğunda ürün seçimine çok dikkat edilmeli”. Sözlerine yenidoğan bebek cildinin özelliklerini anlatarak devam eden Gürler, “yenidoğan bebeklerin cildi esnek ve yumuşak görünür ama aynı zamanda çok hassastır. Nemi daha hızlı alır ve daha hızlı kaybeder, bu yüzden de kurumaya ve tahriş olmaya daha yatkın olur. Cilt kuruluğu ise dikkat edilmezse alerjiye yol açabilir. Bu nedenle her banyoda yenidoğan cildine uygun ürün kullanılması ve banyo sonrası bebeğin cildinin mutlaka nemlendirilmesi gerekir” diyor.

2009 yılında yaptıkları bir araştırmanın sonuçlarına göre Türkiye’de annelerin %98’inin yenidoğan bebekleri için bebek şampuanı kullandıklarını, ancak saç için geliştirilmiş şampuanların yenidoğan bebek cildi için her zaman uygun olmayabileceğini, bu nedenle de yenidoğanlarda ürün seçiminin çok önemli olduğunu söyleyen Gürler, “bundan hareketle Johnson & Johnson olarak bugüne kadarki en yumuşak şampuanımızı geliştirdik. Johnson’s baby top-to-toe yenidoğanlara özel saç ve vücut şampuanı, yenidoğan bir bebeğin hassas cildine ve saçlarına uygun olması için saf su kadar yumuşak bir formüle sahip olan bizim en yumuşak ürünümüz” diyor.

Gürler, Johnson’s baby top-to-toe şampuanın sabun, alkol ve paraben içermediğini ve gerçek göz yakmayan formülü sayesinde yenidoğan bir bebeğin hem hassas cildinde, hem de saçlarında güvenle kullanılabileceğini ifade ediyor.

Kaynak: iVillage Türkiye

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Beslenme bozukluğu boyu etkiliyor



Kısa boyluluk 'normal kısa' ve 'patolojik' olarak ikiye ayrılıyor. Tek çaresi ise, geç kalmamak...

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Büyüme, Gelişme ve Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Feyza Darendeliler, çocukluk çağında büyümede duraklama ve/veya boy kısalığının kan, kalp, böbrek gibi hastalıkların ilk belirtisi olabileceğini belirtti.

Prof. Dr. Darendeliler, boy kısalığının batı ülkelerinde yüzde 3, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 15 civarında görüldüğünü söyledi. Kısa boyluluğu 'normal kısa' ve 'patolojik' olarak sıralayan Darendeliler, toplumda en sık görülenin normal kısa boyluluk olduğunu ifade etti ve bunun genel olarak yapısal ya da ailevi nedenlerden kaynaklandığını ifade etti.

Sadece anne sütü
Patolojik boy kısalığının, vücut oranı bozukluğu, doğum tartısı düşüklüğü, Turner Sendromu, beslenme bozukluğu, uzun süreli hastalık ve hormonal bozukluklardan kaynaklandığını dile getiren Prof. Dr. Darendeliler, şunları kaydetti: "Özellikle beslenme bozukluklarında önce kilo düşer, sonra boy kısalır. Türkiye'de 0-5 yaş grubu çocukların yüzde 16'sında beslenme bozukluğu mevcut. İlk 1-1.5 yaşına kadar beslenme kötüyse, daha sonra düzeltilse bile, bu yaşa kadar kaybedilen boy kısalığı elde edilemez. Bunlar bodur ve tıknaz olurlar. Özellikle ilk 1-1.5 yaşındaki beslenme, o toplumun boyunu belirleyen en önemli etken. İlk üç ay sadece anne sütü, sonra da uygun ek gıdalara geçilmesi gerekiyor."

Ortalamanın altındayız
Sevgi yoksunluğunun da boy kısalığına yol açtığına işaret eden Feyza Darendeliler, bunun daha ziyade yuva veya problemli aile ortamında büyüyen çocuklarda görüldüğünü anlattı. Hamilelikte iyi beslenmeye de dikkati çeken Darendeliler, 2 kilo 500 gramın altında doğan çocukların genel olarak yüzde 10-15'inde boy kısalığı görüldüğünü kaydetti. Prof. Dr. Darendeliler, Türkiye'de yılda doğan 1 milyon 250 bin çocuğun 2 bin 250'sinin boyu kısa olarak hayatını sürdürdüğünü ifade ederek, "Türklerde erkeklerde ortalama boy 174, kadınlarda ise 160 santimetredir. Genel olarak dünya ortalamasının beş santimetre altındayız" dedi.

Boyunuzu hesaplayın
Erken tanı ve erken tedavinin önemine de işaret eden Prof. Dr. Darendeliler, büyüme hormonu tedavisiyle çok iyi sonuçlar aldıklarını söyledi. Feyza Darendeliler, çocukların olası boylarının kızlar için 'anne artı baba boyu, eksi 13, bölü 2', erkekler için de 'anne artı baba boyu, artı 13, bölü 2' yöntemiyle hesaplanabileceğini sözlerine ekledi.

Tikler çocukları nasıl etkiliyor?



Tiklerin şiddeti çocuğa göre farklılık gösterebiliyor. Hatta bazen kaybolup bir süre sonra tekrar ortaya çıkıyor. Çocuklar tiklerini geçici bir süre istemli olarak engelleyebilirler.

Bu yüzden başkalarının yanında görülmeyebilir. Uykuda kaybolurlar, stresle artarlar. En fazla 6-7 yaş arasında görülürler. Bazı çocuklarda hiçbir soruna yol açmaz iken, bazı çocuk ve gençlerde benlik saygısında, aile yaşantısında, sosyalleşmesinde, okul ya da iş başarısında güçlüklere neden olabilirler.

Değişik hareketler
Göz kırpma, baş sallama, omuz silkme, surat buruşturma ve öksürme gibi basit davranışların yanı sıra karmaşık yüz hareketleri, ayağını yere vurma, koklama gibi daha karmaşık, amaçlıymış gibi görünen davranışlar da olabilir.

En çok 6-7 yaş arasında görülen tikler, bazen hiçbir soruna yol açmazken, çocuğun okul ve sosyal hayatını etkileyebilecek boyutlara da gelebiliyor...

İstek dışı olarak tekrarlanan göz kırpma, burun çekme, boğazı temizleme gibi garip hareket ve ses çıkarmalar tik olarak adlandırılır. Sıklıkla çocuk ve ergen yaş dönemlerinde başladığını belirten Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı Dr. Ayten Erdoğan "Çoğu tikler, aralıkları kısa olan devreler şeklindedir" diyor.

Nöbet şeklinde olabilir
ÇOCUKLAR göz kırpma, burun kıvırma, dudak oynatma, omuz silkme, kaşları kaldırma gibi normal davranışı taklit edebilirler. Tikler tek tek ya da ardı sıra nöbetler şeklinde olabilir. Çocukta birden fazla tik görülebilir, biri bitip biri başlayabilir. Çocuğun içinde bulunduğu psikolojik durum da tiklerin ortaya çıkışında etkilidir.

Çocukların süt dişlerini çektirmeyin



Son yıllarda diş hekimlerine, çocuklarının süt köpek dişlerini estetik amaçlı çektirmek için başvuranların sayısında önemli oranda artış yaşandığını kaydedilmiş...

Sağlıklı dişler için modern diş hekimliğinde yapılması gerekenlerin, koruyucu, önleyici ve düzeltici olarak üç kısma ayrıldığını kaydeden Diş Hekimi Orhan Karaman, "Vücudumuzun giriş kapısı ağzımızın vefalı bekçileri olan dişlerimizi, her yaşta çok iyi korumalı ve bakımlarını aksatmamalıyız" dedi. Dişleri düzenli olarak fırçalamanın ağız ve diş sağlığı için bazen tek başına yeterli olmadığını vurgulayan Karaman, şunları söyledi: "Sıkça karşılaştığımız kalıtımsal diş problemleri ise ciddi operasyonları zorunlu kılmaktadır. Çocuğun anneden aldığı küçük çene yapısına babanın büyükçe dişlerinin oturmaması, alt keser bölgede çapraşıklıklara neden olabilmektedir. Bu problemi ortadan kaldırmayı ya da çoğununun ileride dişlerinin güzel görünmesini isteyen bazı anne babalar, sayıları az da olsa parayı meslek etiğine tercih eden diş hekimlerinin eline düşmektedirler."

Sözde diş seyreltiyorlar
Bazı diş hekimlerinin, bu tip durumlarda daha kolay ve maliyeti daha az olan 'diş çekme' yoluna gittiklerini kaydeden Karaman, "6 ile 10 yaş arası çocukların kesici olan alt köpek dişleri, sözde seyreltmek için çekilmektedir. Bu son derece yanlış bir uygulamadır. Doğru olan yöntem, bu tip durumlarda köpek dişlerinin yanlardan inceltilerek, dişlerde ileride yaşanabilecek olumsuzlukların giderilmesidir" diye konuştu.

Dişlerde oluşabilecek çapraşıklığı gidermek için tercih edilen diş çekme yönteminin çok ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğini anımsatan Karaman, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dişlerin yaşam boyunca arkadan öne doğru kayma hareketi yaptığı göz önünde bulundurulursa, çocukluk çağında çekilecek süt dişi, azı dişlerin ön bölgeye hızla yığılmasına neden olacaktır. Ön dişler belki güzel bir görünüm kazanacaktır. Ancak, yiyecekleri öğütme görevi yapan azı dişlerin ağız içinde kayması ya da eğilmesi nedeniyle, çene şekli bozuklukları veya yiyeceklerin öğütülememesi gibi çok ciddi sorunlar yaşanacaktır." Bu tip olumsuzlukların yaşanmaması için önce anne-babaların doğru bilgilendirilmesinin şart olduğunu vurgulayan Karaman, süt dişlerinin çekilmesi bir yana eksilen süt dişlerinin yerinin, geçici protez dişlerle doldurulması gerektiğini söylüyor.

Çocuklar nelerden korkar?



Çocukların korkuları yaşlarına göre farklılık gösteriyor. Pek çok anne- baba aşağıda okuyacağınız "korkuların" çocuklarında olmasının "normal" olabileceğini unuttuğundan, bu korkuları teker teker hatırlatmak istedik.

2 yaş
En çok seslerle ilgili korkular sözkonusu: Özellikle tren, kamyon, gökgürültüsü, sifonun çekilmesi, elektrik süpürgesinin çıkardığı sesler. Karanlık, büyük eşyalar, koyu renk eşyalar ve şapkalar da korku unsuru bu yaştaki çocuklar için...

2.5 yaş
Oyuncağın veya yatağın yer değiştirmesi, annenin uykuya geçişte yanından ayrılması, birinin yan kapıdan girmesi gibi alışagelmişin dışında yapılan hareketler çocuğu korkutabilir.

3 yaş
En çok görsel korkula; karanlık, hayvan, polis, anne babanın gece sokağa çıkması.

4 yaş
Gene seslerle ilgili korkular, özellikle motor gürültüsü. Ayrıca karanlık, yabani hayvanlar, annenin evden ayrılışı.

5 yaş
Fazla korkulu bir yaş değil. Daha çok görsel korkular var. Ayrıca daha somut korkular, düşme, bir yerini incitme gibi.

6 yaş
Çok korkulu bir yaş. Özellikle seslerle ilgili. Kapı zili, telefon, böcek veya kuş sesi. Hayalet, cadı korkusu, yatak altında birinin saklanabileceği korkusu. Su, ateş, fırtına, anneyi eve gelince bulamama korkusu.

7 yaş
Karanlık, bodrum, tavanarası korkusu. Gölgeleri hayalet, cadı gibi algılama. Okuduklarından, televizyondan, sinemada gördüklerinden fazlasıyla etkilenme, endişelenme.

8- 9 yaş
Endişe ve korkular daha az. Sudan ve karanlıktan daha az korku. Daha gerçekçi korkular var. Mesela bir şeyi yapamamak, okulda başarısızlık gibi kişisel endişeler.

Çocuğunuz korktuğunda neler yapmalısınız?
1. Korkusuna saygı gösterin.
2. Çoğu korkunun geçici olduğunu kendinize hatırlatın.
3. Tekrar ona yardımcı olmaya çalışmadan önce, korktuğu durumdan makul bir süre geri çekilmesine fırsat tanıyın.
4. Korktuğu duruma tekrar alışabilmesi için ufak adımlarla ona yaklaşın (Mesela yükseklikten korkuyorsa, az yüksek yerlere çıkarın. Köpekten korkuyorsa köpek yavrusunu sevdirmekle işe başlayın).
5. Çocuğunuzun nelerden korktuğunu saptamaya çalışın. Saptadığınız şeylerden onu uzak tutmaya çalışın.
6. Çocuğunuzun korkusunun yaş düzeyinde çoğu çocukta görülen korkulardan olup olmadığını test edin. Yaş düzeyinde sıkça görülen bir korkuysa geçeceğini düşünüp olayı hafife alabilirsiniz. Korkusu aşırıysa ve geçmiyorsa bir uzmanla görüşmeniz yerinde olur.

Disiplini sevgiyle öğretin



Çocuğunuza uyması gereken kuralları hatırlatırken bağırıp çağırmak yerine sabırlı ve hoşgörülü davranın, disiplini dayakla değil, sevgiyle sağlayın...

Disiplin çocuğa dayak atmak ya da cezalandırmak değildir; çocuğa uygun bir şekilde uyulması gereken kuralları öğretmektir. BBC'nin internet sitesinde ''çocuklara nasıl disiplin sağlamalı'' konusuna değiniliyor. Uzmanlar her çocuğa farklı yolla yaklaşmak gerektiğini belirterek bu konuda önerilerde bulunuyor.

Örneği sizsiniz
Çocuklar çoğu zaman büyükleri taklit ederler. Eğer çocuğunuzun saldırgan davranışlar göstermesini, kavgacı bir çocuk olmasını istemiyorsanız, siz de davranışlarınıza dikkat edin.

Çocuğunuz sizin uygun görmediğiniz bir davranışta bulunduğu zaman, hemen öfkeye kapılmak yerine sabırlı davranın. Ona bir şey anlatacağınız zaman stresli olmadığınız bir zamanı seçin. Yumuşak bir ses tonu, onu da dinlemeye teşvik edecektir.

Çocuğunuzla iyi bir iletişim kurmak istiyorsanız, onun da fikirlerini alın ve onu dinleyin. Çocuğunuza yeni bir kuralı öğrettiğinizde hemen ona uymasını beklemeyin. Kuralları öğrenmesi, adapte olması biraz zaman alabilir. Hatalarını hemen yüzüne vurmak yerine, kırıcı olmadan ikaz edin. Olumlu bir davranışını ise överek, ödüllendirin. Çocukların hata yaparak büyüdüklerini, sizin de bir zamanlar çocuk olduğunuzu unutmayın.

Çocuğunuz hiperaktif mi?



Hiperaktivitenin nedenleri henüz tam olarak açıklanamıyor ancak hamilelikte katkı maddesi içeren yiyecekler tüketmenin etkili olduğu sanılıyor...

Ailelerin ve çocuğun yaşamını zorlaştıran hiperaktivitenin sebepleri ne yazık ki tam olarak bilinmiyor. Bugüne kadar beyin metabolizması ile ilgili çok çeşitli araştırmalar yapılmış olmasına rağmen hala kesin bir şey söylemek mümkün değil.

Çevrenin etkisi
Ancak hiperaktivitede ailesel geçiş üzerinde duruluyor. Bunun da nedeni, bozukluğun birinci dereceden akrabalar arasında görülmesi... En çok sorulan sorulardan birisi de ailenin tutumu ve çevrenin hiperaktivitenin ortaya çıkmasında ne kadar etkili olduğu. Eğer çocuk iyi gözlemlenerek zamanında ele alınmazsa, aile çocuğa karşı ilgisiz kalırsa alttaki biyolojik yatkınlık artabiliyor. Ayrıca bu konuda aileden çok çevrenin üzerinde duruluyor. Yani çevresel etkenler de tetikleyici olabiliyor.

Anne adayları dikkat!
Annenin hamilelik döneminde kurşun, hormon zehirlenmesine maruz kalması, yiyeceklere konulan katkı maddeleri, gıda boyalarının da hiperaktivitenin ortaya çıkışında etkili olduğu sanılıyor. Bu yüzden anne adaylarına her zaman doğal yiyeceklerle beslenmeleri öneriliyor. Prof. Dr. Aysel Ekşi ''Ancak bunların hiçbirinin kesin olduğu söylenemez, hepsi şüphe niteliğindedir. Ama yine de tedbir olarak anne adaylarının dikkatli olması gerekir'' diyor.

Nasıl hatalar yapar?
Hiperaktivite çocuğun günlük yaşamını da güçleştiriyor. Prof. Dr. Aysel Ekşi bu durumu örneklerle açıklıyor.

Çocuğun görme alanında bazı bozukluklar meydana gelebilir. Bu yüzden çocuk, özellikle bazı harfleri ve geometrik şekilleri iyi algılayamaz. Ayrıca görsel algılama bozukluğu nedeniyle sağını solunu karıştırabilir.

ÖRNEK: Bu çocuklar özellikle p,b,d harflerini karıştırabilir. ''Yap'' kelimesini görür ancak bunu ''Pay'' şeklinde okur ya da yazar.

Derinlik algısında bozukluk meydana gelebilir. Bu da mesafeleri yanlış değerlendirmesine yol açar.
ÖRNEK: Bir eşyaya uzandığında ne kadar yaklaştığını algılayamadığından eşyaları, devirir, çarpar, döker ve bu çocuklar sakar olarak nitelendirilir.
İşitsel alanda bozukluk yaşayabilir. Sesleri duyar ama farklılıkları ayırt edemeyebilir. Bu yüzden çoğu zaman kendisine söylenenleri yanlış anlar.
ÖRNEK: Bu çocuklar en çok ''geç'' - ''güç'' gibi birbirine çok benzeyen kelimeleri karıştırabilirler.
Konuşmada önemli olan noktayı algılamada güçlük çekebilir.
ÖRNEK: ''Mutfağa git, tenceredeki su dolmuşsa musluğu kapat''dediğinizde çocuk buradaki önemli noktayı kaçırır, yani su dolmuşsa kısmını atlayıp, mutfağa gittiğinde suyun dolup, dolmadığına dikkat etmeden musluğu kapatır ve geri gelir.

Bütünleme bozuklukları görülebilir. Bir olayı duyar ancak bunu bütünleyerek anlatamaz. Anlatırken ortasından başlar, sonra başa döner böylece olayı karmaşık bir hale getirir. Ayrıca bütünlemedeki bozukluklar nedeniyle sayıları da yanlış görür.
ÖRNEK: Diyelim ki 23 sayısını görür, kağıda 32 yazar ya da 2 artı 3 sorusu sorulduğunda 2 artı 5 eşittir 3 yanıtını verebilir. Sonucun 5 olduğunu bilmekle beraber, bütünleme bozukluğu nedeniyle yanlış sıralama yapar.

Uzmana danışın
Hiperaktif çocukların kendisini kontrol yeteneğini geliştirmeye yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Toplum kurallarına uymayı öğrenmesi için bir uzmanın yardımcı olması son derece önemlidir.

Ruh sağlıkları bozulabilir
Hiperaktif çocukları bekleyen üzücü sonuçlardan biri de bu çocukların özel durumlarının toplum tarafından anlaşılamaması ve yaramaz, arsız, şımarık çocuk olarak değerlendirilmeleridir. Bu durum onların toplumdan dışlanmasına sebep olur, aynı şekilde arkadaş ilişkilerini de olumsuz yönde etkiler. Zamanla bu çocukların ruhsal durumları, dışlanmaya bağlı olarak bozulabilir.

Çocuğun olumlu yönlerinin kendisine mutlaka gösterilmesi, uygun bir dille anlatılması gerekir.

Hiperaktif çocuk yaşıtlarına zarar verir mi?
Bu konuyla ilgili soruyu International Polikliniği Etiler'den Uzman Psikolog Özden Dandul cevaplıyor. ''Bu çocuklar yaşıtlarına zarar verir'' gibi böylesi kesin bir zarardan söz etmek mümkün değil. Pekala hiperkatif olmayan çocukların da şu ya da bu nedenle birbirlerine zarar vermeleri mümkün. Ayrıca hiperaktif çocuğun davranışlarından büyük ölçüde okulda öğretmenler evde de anne baba sorumludur. Bu sorumlu kişiler özel bir duyarlılıkla ortamda gerekli düzenlemeleri yapıp, kuralları açık ve net bir şekilde ortaya koyup tutarlı olarak uygularlarsa zaten hiçbir çocuğun diğerine zarar vermesi normal şartlar altında söz konusu olmayacaktır.'

Okul fobisine dikkat



Okula yeni başlayacak çocukta, oluşabilecek kalıcı rahatsızlıklara karşı aileleri uyaran uzmanlar, okulun çocuğa sevdirilmesi gerektiğini belirtiyorlar...



Okula yeni başlayacak çocukta, genellikle anneden ayrı kalma duygusuyla başlayabilecek okul fobisine karşı aileleri uyaran uzmanlar, gelecekte tik, kekeme, okul ve çevresine duyarsızlık ve başarısızlığı da beraberinde getirebileceği için, okulun çocuğa sevdirilmesi gerektiğini belirtiyorlar. Nevşehir Rehberlik Araştırma Merkezi Müdürü Yusuf Çağlayan, okula yeni başlayacak çocuklarda okulu reddetme, hırçınlık, öfke ve ağlama nöbetlerinin sıklıkla görülebileceğini, bu sorunun, anne ve babanın desteğiyle ortadan kaldırılabileceğini kaydetti.

Endişe ve korku
Velilerden, çocuklarına okula neden gitmesi gerektiğini anlatmalarını isteyen Çağlayan, şöyle konuştu: "Anne ve çocuk arasındaki sıkı yakınlaşma, anneyi kaybetme korkusu gibi nedenler, çocukta okula olan ilgiyi önceleri azaltabilir. Bu durum, aşırı ilgi gösterilen, sokaktaki oyun alanı daraltılan çocuklarda daha fazla görülebilir. Böyle bir ortamda yetişen çocuklar, okula uyum konusunda sıkıntı yaşar. Kardeşi olan bazı çocuklar da okula gittiğinde, kardeşinin kendi yerini alacağı endişesi taşırlar."

3 Ağustos 2010 Salı

Emzirirken diyet yapmayın



Emzikli kadınlar için enerji ve besin ögeleri gereksinmeleri kişisel özelliklere göre farklılık gösterir. Bu özellikler sık doğumlara bağlı olarak depoların azalması, enfeksiyon sıklığı, beslenme yetersizliğinin varlığı ve derecesi, fiziksel uğraşların ağırlığı gibi enerji harcamasını arttıran etmenlerdir.
Annenin gebelikte ve emziklilikte yeterli ve dengeli beslenmesi bebeğin sağlıklı doğması ve anne sütü veriminin artmasına neden olmaktadır. Annenin gebelikte koyu yeşil yapraklı sebzeler ile su ürünlerini tüketmesi bebeğin beyin gelişimine katkıda bulunmakta ve ileriye yönelik sağlık sorunları önlenmektedir.

LOHUSA ANNEYE PRATİK ÖNERİLER
�  Anneler eski vücut ağırlıklarına dönmek için acele etmemelilerdir. Bu süre 6 ay ya da daha fazla sürebilir. Bebeğinizi emziriyorsanız eski formunuza daha kolay dönebilirsiniz.
�  Gebelik sırasında önerilenden fazla kilo aldıysanız her ay iki kilo kaybetmeniz normaldir. Ayda iki kilodan fazla ağırlık kaybı doğru değildir.
�  Lohusalar zayıflama diyeti uygulamamlıdır. Ancak unlu, yağlı ve şekerli besinleri aşırı yememeğe dikkat edilmelidir.
�  Doğumdan sonra bebeği emzirirken gebelik öncesi döneme göre daha fazla sıvı besin alınmalıdır.
�  Hergün bir adet yumurta ve bir porsiyon etli sebze yemeği veya kurubaklagil yenilmelidir.
�  Kuru fasulye, nohut, mercimek ve bulgur karışımı yemekler, portakal, mandalina, domates,maydanoz, yeşil biber, taze soğan gibi C vitamini yönünden zengin sebze ve meyvelerle birlikte tüketilmelidir.
�  Salam, sosis, sucuk gibi katkı maddesi içeren diğer hazır gıdalar mümkün olduğu kadar yenmemelidir.
�  D vitamini besinlerde bulunmaz. Ancak güneş ışınlarının doğrudan cilde yansıması ile sağlanır. Bu nedenle emzikli anne güneşlenmeye özen göstermelidir.
�  Yemeklerde mutlaka iyotlu tuz kullanılmalıdır. Doğal besinlerde yeterince alınmayan iyot, ancak iyotlu tuzun kullanılması ile anne sütünden bebeğe geçer.
�  Kuru yemişler ve kuru meyveler yoğun enerjileri yanında, demir ve kalsiyum gibi minerallerden de zengindir. Ağırlık kontrolü yapılarak bu besinler tüketilebilir.
�  Kansızlığa neden olduğundan yemeklerle birlikte çay içilmemelidir. Çay kuşluk, ikindi gibi öğün aralarında, yani yemek yendikten 1-2 saat sonra açık olarak içilmeli, çaylara limon, limon suyu eklenmelidir. İçecek olarak ıhlamur, nane, papatya, kuşburnu gibi bitki çayları tercih edilmelidir.
�  Sebzelerin, makarna ve eriştenin haşlama suları dökülmemelidir. Kuru fasulye, nohut ve barbunya gibi kurubaklagiller iyice yıkandıktan sonra ıslatılmalı ve haşlama suları dökülmemelidir.

Fast food yaşı 1'e indi



Kardiyoloji Uzmanı Doktor Mustafa Erkul, Türkiye'de hamburger ve kola ile tanışma yaşının 1'e indiğini ve bu çocukların 20 yıl sonra kalp hastası olacaklarını söyledi.

Erkul, fastfood ürünlerinin çocuklar için büyük tehlike olduğunu ifade ederek, "Türkiye'de hamburger ve kola ile tanışma yaşı 1'e indi. 13-24 aylık 4 çocuktan biri kola içerken, 24-36 ay arasında bu oran yüzde 41'e çıkıyor.

Anneler çocuklarını sürekli olarak 'koşma, soğuk su içme, hasta olursun' diye uyarıyorlar. Ama asıl tehlikeyi göz ardı ediyorlar. Şimdi çocukların fastfoodla beslenmesine izin veren anneler, 20 yıl sonra onların başta kalp hastalıkları olmak üzere obezite, diyabet gibi hastalıklara
yakalanmalarına sebep olacaklar" dedi.

Fastfood kültüründen uzaklaşılması gerektiğini belirten Erkul, "Fastfood ürünlerin lezzeti iç yağından geliyor. Bir hamburgerde bulunan iç yağı oranı yüzde 60. O iç yağının verdiği lezzetin tadı gizli bir alışkanlık yapıyor. Sigara gibi. Çocuk bir tane hamburger yerse, ondan sonra hep hamburger istiyor. Çünkü ciddi bağımlılık yapan bir beslenme şekli. Ayrıca ucuz, kolay ulaşılabilir, her an temin edilebilir.

Annelerin de kolayına geliyor, sabah kahvaltı hazırlamaktansa cebine para koyuyor hamburger aldırıyor. Çocuk, öğlen okulda çıkan servis yemeği yerine hamburger almayı tercih ediyor. Fastfood kültüründen uzaklaşmalı, kendi ev yemeklerimize dönmeliyiz" diye konuştu.

27 Temmuz 2010 Salı

Ağrısız doğum yani epidural anesteziden korkmayın

Gebelerin biraz endişeli karşıladığı, 'acaba nasıl olur? nasıl yapılır? ya da sorun olur mu?' dediği epidural anestezi aslında büyük bir kolaylık artık. DİVA Kadın Sağlığı'ndan Op. Dr. Gökçen Erdoğan epidural anestezi hakkında merak ettiklerimizi yanıtlıyor.

Normal doğumun ağrısını hissetmemek, daha az riskli ama daha konforlu olmak ya da sezaryende bebeği hemen kucağınıza almak lüks değil artık... Epidural anestezi ile mümkün. Eğer tecrübeli bir hekim karşısındaysanız, belki de bu kadar endişenin yersiz olduğunu hemen fark edeceksiniz.

Ağrı, vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan hoş olmayan bir histir. Baş ağrısı, diş ağrısı, karın ağrısı bunlardan en şiddetli olanı ise doğum ağrısıdır. Buradaki ağrının sebebi bebeğin inmesi ve rahmin kasılmasıdır. Epidural anestezi vücudun belden aşağısında belirli bir bölgede ağrının iletimini engelleyen bölgesel bir anestezi çeşididir.

Hayatta en güzel duygulardan biri anneliktir. Bebeğini kucağa almak, emzirmek, hissetmek ve onunla vakit geçirmek. Bunları yaşayabilmek için ise önce tabiî ki bebeği doğurmak gerekir. Fakat çoğu kadın doğum ağrılarından çekinir, nasıl altından kalkacağını düşünür, hatta sadece bunun için farklı bir yöntem tercih edebilir.

Bu yüzden doğum ağrılarının giderilmesi anne için çok önemlidir. Hedef doğum eylemini etkilemeden, bebeğe ve anneye zarar vermeden ve sağlıklı bir şekilde bu ağrıyı azaltmaktır. Çeşitli şekillerde bu yapılabilir. Bunlardan en çok tercih edilen yöntem 'epidural analjezidir'. Adı epidural bölgeye anestezi yapıldığı için böyle anılır. Bu yöntemde gebe bu ağrılardan kurtulur. Diğer taraftan doğum için gereken trafik akar, bebek zamanla ilerler, kasılmalar devam eder fakat anne ağrı çekmez. İşte etkili, güvenli, sağlıklı ve kolay bir yöntem. Merak edilen ve bu yöntemi tercih edecek olan gebelerin öğrenmek istediği epidural tekniğinde sıkça sorulan 'ben ıkınabiliyor muyum?' sorusudur. Gebeler doktorlarının istediği zamanda ıkınabilir.

Epidural anestezi nasıl yapılır?

Bu anestezi, tecrübeli ve işinin ehli bir anestezi doktoru tarafından yapılır. İster normal doğumda ister sezaryen de olsun anne yan yatırılır. Dizlerin hastanın karnında doğru çekmesi sağlanır. Amaç iğneyle uyuşturulacak alanı doktora net bir şekilde göstermek ve alan yaratmaktır. Bu arada çenenin en uç noktası göğse doğru bastırılırken, dizler daha da karna çekilir, sırt maksimum kamburlaşır, bel kısmı belirginleştirilir.

Anestezi yapılacak alan enfeksiyondan korunmak üzere önce silinir ve temizlenir. Çünkü bu bölge dikkat edilmesi gereken önemli bir yerdir. Doktor steril eldivenini giyer, o bölgeye de ortası delik steril bir bez serilir. Öncelikle çok ince bir iğne yardımıyla o bölge uyuşturulur. Bu yapılırken hastanın hareket etmemesi çok önemlidir. Hastanın duyduğu ve duyacağı maksimum acı bu kadardır. O bölge uyuşmuş ve artık gerçek anestezi için epidural bölgeye girilebilir. Buraya girmek için, içinde ince bir iğne olan dışında yol bulucu dediğimiz kateter yerleştirilir, sonra iğne çıkarılır kateter içerde kalır. Katater hareket ettiğinde çıkmaması için doktor tarafından hastanın beline bantlanır. İlaçlar bu kateter yardımıyla verilir. İşlemin bittiği söylendiğinde hasta gerçek pozisyona yani sırtüstü dönebilir

Ne zaman uygulanır?

Gebenin vajinal muayenesinde eğer rahim ağzı 4 cm ye ulaşmışsa ya da rahim ağzı inceliği % 60 olmuşsa bu işlem gerçekleşebilir.

İster normal doğum ister sezaryende epidural anestezi kullanılsın, sonrasında ağrı kontrolü için belde bulunan katater kullanılır ve buradan ağrı kesiciler enjekte edilebilir. Genellikle bir pompa sistemi yardımıyla bu gerçekleştirilir.

Annenin eline bir düğme verilir. Bu dümenin bir ucu pompaya bağlıyken pompanın bir ucu da katatere bağlıdır. Anne düğmeye bastığında pompa çalışır ve belinden ağrı kesici verilir. Yani ağrı ve ağrı kesici düzeni annenin eli altındadır. Basıldıktan yaklaşık 15 dakika sonra ağrı hafifler ve geçer. Bu düzenek ağrı olduğu sürece devam edebilir. Kataterin çekilmesi de ağrısız ve acısız bir şekilde olur. Sadece 5 sn içerinde doktor belden bu katateri çeker ve o bilgeye küçük bir bant yapıştırır. Bantta 1 gün sonra kendiliğinden çıkar.

Hangi hastalara epidural anestezi uygulanamaz?

* Öncelikle anne eğer bu anesteziyi kabul etmiyorsa ve diğer yöntemler kullanılabilecekse epidural anestezi tercih edilmez.

* İğne yapılan bel bölgesinde ya da vücutta enfeksiyon varsa...

* Kanama-pıhtılaşma bozukluğu bulunan hastalarda...

* Kafa içinde yer kaplayıcı lezyon varlığında bu tümör, kanama, iltihap olabilir.

Yan etkileri nelerdir?

* En sık karşılaşılan yan etkisi tansiyon düşmesidir. Bunu önlemek amacıyla hastaya ameliyat öncesi yeterince sıvı takviyesinde bulunulur.

* Bulantı, kusma, baş dönmesi, başta karıncalanma, halsizlik

* Baş ağrısı görülebilir. Fakat bu duruma tecrübeli bir anestezi doktoru yaparsa az rastlanır. Sebebi omurilik sıvısının ilaç zerk edileceği zaman biraz fazla dışarıya sızmasıdır. Geçicidir, bu yüzden anestezi doktorları bol sıvı tüketilmesini hatta kafeinli sıvılar içilmesini önermektedirler.

* Operasyon sonrası bazen dizlerde ya da ayaklarda hissizlik ya da tutamama olabilir. Bu durum hastaları biraz endişelendirir. Fakat bu geçici bir durumdur. Önemli olan zamanla bu hissizliğin azalması yavaş açılıyor olmasıdır. Eğer 1 gün geçmesine rağmen bu durum değişmezse hasta tekrar değerlendirmelidir.

* Çok nadir de olsa enfeksiyon olma ihtimali ya da alerjik reaksiyonlar görülebilir.

* Anestezinin tutmaması ya da tek taraflı olması durumunda katater tekrar takılır.

* Bazen idrar yapmada zorlanma olabilir.